Deniz
New member
Mülga Olmak Nedir? Kültürler Arası Bir Bakış
Forumda dolaşırken “mülga olmak” başlıklı bir konu görüp tıklamayan var mı? Kelimenin kendisi bile eski bir yasa metninden kaçmış gibi: resmi, biraz soğuk ama gizemli. Peki, “mülga” ne demek? Neden bazı kavramlar, kurumlar ya da kanunlar “mülga” olurken bazıları yaşamaya devam eder? Bu yazıda hem kelimenin anlamını hem de farklı kültürlerin bu “yürürlükten kaldırma” meselesine nasıl yaklaştığını birlikte irdeleyelim. Çünkü aslında “mülga olmak”, sadece hukuksal bir süreç değil; kültürlerin geçmişle ilişkisini anlatan felsefi bir aynadır.
Mülga Kavramının Anlamı ve Tarihsel Arka Planı
“Mülga”, Arapça kökenli bir kelime olup “ilga edilmiş”, yani “yürürlükten kaldırılmış” anlamına gelir. Genellikle hukuk dilinde kullanılır: “Mülga kanun” denildiğinde, artık geçerliliğini yitirmiş bir yasa kastedilir. Ancak kavram, sadece hukuksal düzlemde değil; sosyolojik, kültürel ve psikolojik boyutlarda da ilginç anlam katmanları taşır.
Bir toplum bir kuralı, geleneği veya kurumu “mülga” hale getiriyorsa, aslında geçmişle hesaplaşıyor demektir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş süreci bunun tipik örneğidir. Tanzimat dönemiyle birlikte, bazı eski teamüller “mülga” ilan edilmiş; yeni hukuk, yeni eğitim sistemi ve yeni toplumsal değerler yürürlüğe girmiştir. Bu bir yıkım değil, dönüşümdür — yani bir kültürün yeniden doğuş biçimidir.
Kültürler Arası Perspektif: Ne Mülga Edilir, Ne Sürdürülür?
Her kültür, kendi tarihine göre neyin “artık geçerli olmadığını” farklı biçimlerde tanımlar.
Batı toplumlarında, “mülga olmak” genellikle reform sürecinin bir parçasıdır. Örneğin İngiltere’de Statute Law Revision Act (1861) ile yüzlerce eski yasa sistematik olarak kaldırılmış, böylece hukuk dili sadeleştirilmiştir. Bu, ilerlemeci bir mantığın ürünüdür: geçmiş, geleceğe yer açmak için düzenlenir.
Doğu kültürlerinde ise mülga kavramı bazen sembolik bir direniş içerir. Japonya örneğini ele alalım: Meiji Restorasyonu (1868) ile feodal sistem ilga edilmiş, ancak samuray kültürü tamamen yok edilmemiştir. Gelenek, biçim değiştirerek yaşamaya devam etmiştir. Bu durum, Asya toplumlarının değişimi “yok etmek” değil “dönüştürmek” şeklinde algıladığını gösterir.
Orta Doğu’da ise mülga olmanın anlamı daha karmaşıktır. Çünkü toplumsal değişim çoğu zaman değer çatışmalarıyla iç içedir. İran’da 20. yüzyılın ortasında gerçekleşen Pehlevi reformları, bazı dini kuralları mülga ederken, halkın bir kısmında bu değişim “kimliğin silinmesi” olarak algılanmıştır. Yani mülga olmak, bazen bir özgürleşme, bazen de bir kopuş anlamına gelir.
Erkeklerin Stratejik, Kadınların İlişkisel Bakışı: Denge Noktası
Toplumsal cinsiyet dinamikleri, mülga olma sürecine dair yaklaşımlarda da kendini gösterir. Erkekler genellikle bireysel başarı, sistemin verimliliği veya stratejik sonuçlar üzerinden düşünürken; kadınlar, değişimin insan ilişkilerine, topluluk duygusuna ve kültürel devamlılığa etkisine daha duyarlıdır.
Bu farklılık, bir zıtlık değil, tamamlayıcılıktır.
Örneğin Fransa’da devrim sonrası aristokrat düzen “mülga” edilmişti; ama kadınlar, toplumsal yaşamın yeniden inşasında “birlikte yaşam” kültürünü korumaya odaklandı. Böylece yeni düzen, sadece yıkım üzerine değil, dayanışma duygusu üzerine de kuruldu.
Benzer şekilde Türkiye’de Cumhuriyet reformları yapılırken, kadınların eğitime ve kamusal yaşama katılımı artmış; bu da mülga edilen eski toplumsal rollerin yerine daha eşitlikçi bir modelin inşasına katkı sağlamıştır.
Yani “mülga olmak” bazen sadece bir yasa değişikliği değildir; toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden tanımlandığı bir alan da olabilir.
Kolektif Hafıza ve Mülga Olmanın Psikolojisi
Her toplum, geçmişiyle bir tür “psikolojik kontrat” yapar. Bu kontrat, bazen sessizce yenilenir, bazen de büyük krizlerle kopar. Mülga edilen bir şey – ister yasa, ister gelenek, isterse değer olsun – toplumsal bellekte iz bırakır.
Örneğin Almanya, Nazi döneminden kalan yasaları “mülga” ederken aynı zamanda kolektif hafızasını canlı tutmayı seçti. Yani geçmişi silmek yerine, hatırlayarak aşmak yolunu tercih etti. Bu tutum, mülga olmanın etik bir boyutu olduğunu gösterir:
Bir şeyin mülga edilmesi, onun unutulması anlamına gelmez; bazen tam tersine, onun ders olarak korunması anlamına gelir.
Toplumlar bu süreçte farklı refleksler geliştirir. Bazı kültürler, geçmişi gömüp ilerler; bazıları ise geçmişiyle barışarak yenilenir. Her iki durumda da mülga olmak, sadece bir “sona erme” değil, yeni bir bilincin doğuşudur.
Küreselleşme Çağında Mülga Olmak: Değerlerin Erozyonu mu, Evrimi mi?
21. yüzyılda “mülga olmak” artık sadece yasalar veya kurumlar için değil, değer sistemleri için de geçerli.
Küreselleşme, kültürlerin birbirine karışmasına neden olurken, bazı yerel değerler “mülga” hale geliyor. Fakat burada tehlike, yalnızca kaybolmak değil; anlamın yüzeyselleşmesidir.
Örneğin Batı’da bireycilik yükselirken, Doğu toplumlarında kolektivizm geri çekiliyor. Bu durum, hem kimlik hem de topluluk bilinci açısından bir boşluk yaratıyor. Bir Hint eğitimci, bu süreci “modernleşme değil, köksüzleşme” olarak tanımlıyor.
Yine de dijital çağın bir avantajı var: mülga olan kavramlar artık sonsuza dek kaybolmuyor, sadece biçim değiştiriyor. Eski gelenekler, çevrim içi topluluklarda yeni bağlamlarda yaşamaya devam ediyor. Örneğin, eski Anadolu masalları YouTube’da, sözlü kültürün “dijital yeniden doğuşu” olarak varlığını sürdürüyor.
Forumun Soru Köşesi: Gerçekten Ne Mülga Edilebilir?
Bir düşünün: Bir yasa mülga olabilir, bir gelenek değişebilir, hatta bir kurum tarihe karışabilir.
Ama bir toplumun vicdanı, merhameti ya da adalet duygusu mülga olabilir mi?
Belki de asıl mesele, “mülga” olan şeyin kendisi değil; onu neden yürürlükten kaldırdığımızdır.
Eğer bir uygulama insan onuruna, adalete veya özgürlüğe hizmet etmiyorsa, mülga edilmesi gelişimdir. Ama eğer sadece “yeni moda” diye eskiyi silip geçiyorsak, o zaman geçmişi değil, hafızamızı ilga ediyoruz demektir.
Sonuç: Mülga Olmak, İnsanlığın Yeniden Yazılan Hikâyesi
Mülga olmak, aslında hayatın doğal yasasıdır. Her çağ, bir öncekini mülga ederken kendi dilini, değerini, sistemini kurar. Eğitim sistemleri, toplumsal roller, hatta ahlak normları bile bu döngüde yeniden şekillenir.
Farklı kültürler, mülga olma sürecini farklı biçimlerde yaşasa da özünde hepsi aynı soruya yanıt arar:
“Ne kalmalı, ne gitmeli?”
Belki de forumda bu konuyu tartışmanın en güzel yanı da budur — çünkü hepimiz, kendi geçmişimizi, inançlarımızı ve toplumsal değerlerimizi yeniden gözden geçirme fırsatı buluruz.
Peki sizce, kendi kültürünüzde hangi kavramlar artık mülga edilmeli, hangileri yaşatılmalı?
Cevaplar farklı olabilir ama tartışma, insanlığın gelişiminin en samimi kanıtıdır.
Forumda dolaşırken “mülga olmak” başlıklı bir konu görüp tıklamayan var mı? Kelimenin kendisi bile eski bir yasa metninden kaçmış gibi: resmi, biraz soğuk ama gizemli. Peki, “mülga” ne demek? Neden bazı kavramlar, kurumlar ya da kanunlar “mülga” olurken bazıları yaşamaya devam eder? Bu yazıda hem kelimenin anlamını hem de farklı kültürlerin bu “yürürlükten kaldırma” meselesine nasıl yaklaştığını birlikte irdeleyelim. Çünkü aslında “mülga olmak”, sadece hukuksal bir süreç değil; kültürlerin geçmişle ilişkisini anlatan felsefi bir aynadır.
Mülga Kavramının Anlamı ve Tarihsel Arka Planı
“Mülga”, Arapça kökenli bir kelime olup “ilga edilmiş”, yani “yürürlükten kaldırılmış” anlamına gelir. Genellikle hukuk dilinde kullanılır: “Mülga kanun” denildiğinde, artık geçerliliğini yitirmiş bir yasa kastedilir. Ancak kavram, sadece hukuksal düzlemde değil; sosyolojik, kültürel ve psikolojik boyutlarda da ilginç anlam katmanları taşır.
Bir toplum bir kuralı, geleneği veya kurumu “mülga” hale getiriyorsa, aslında geçmişle hesaplaşıyor demektir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş süreci bunun tipik örneğidir. Tanzimat dönemiyle birlikte, bazı eski teamüller “mülga” ilan edilmiş; yeni hukuk, yeni eğitim sistemi ve yeni toplumsal değerler yürürlüğe girmiştir. Bu bir yıkım değil, dönüşümdür — yani bir kültürün yeniden doğuş biçimidir.
Kültürler Arası Perspektif: Ne Mülga Edilir, Ne Sürdürülür?
Her kültür, kendi tarihine göre neyin “artık geçerli olmadığını” farklı biçimlerde tanımlar.
Batı toplumlarında, “mülga olmak” genellikle reform sürecinin bir parçasıdır. Örneğin İngiltere’de Statute Law Revision Act (1861) ile yüzlerce eski yasa sistematik olarak kaldırılmış, böylece hukuk dili sadeleştirilmiştir. Bu, ilerlemeci bir mantığın ürünüdür: geçmiş, geleceğe yer açmak için düzenlenir.
Doğu kültürlerinde ise mülga kavramı bazen sembolik bir direniş içerir. Japonya örneğini ele alalım: Meiji Restorasyonu (1868) ile feodal sistem ilga edilmiş, ancak samuray kültürü tamamen yok edilmemiştir. Gelenek, biçim değiştirerek yaşamaya devam etmiştir. Bu durum, Asya toplumlarının değişimi “yok etmek” değil “dönüştürmek” şeklinde algıladığını gösterir.
Orta Doğu’da ise mülga olmanın anlamı daha karmaşıktır. Çünkü toplumsal değişim çoğu zaman değer çatışmalarıyla iç içedir. İran’da 20. yüzyılın ortasında gerçekleşen Pehlevi reformları, bazı dini kuralları mülga ederken, halkın bir kısmında bu değişim “kimliğin silinmesi” olarak algılanmıştır. Yani mülga olmak, bazen bir özgürleşme, bazen de bir kopuş anlamına gelir.
Erkeklerin Stratejik, Kadınların İlişkisel Bakışı: Denge Noktası
Toplumsal cinsiyet dinamikleri, mülga olma sürecine dair yaklaşımlarda da kendini gösterir. Erkekler genellikle bireysel başarı, sistemin verimliliği veya stratejik sonuçlar üzerinden düşünürken; kadınlar, değişimin insan ilişkilerine, topluluk duygusuna ve kültürel devamlılığa etkisine daha duyarlıdır.
Bu farklılık, bir zıtlık değil, tamamlayıcılıktır.
Örneğin Fransa’da devrim sonrası aristokrat düzen “mülga” edilmişti; ama kadınlar, toplumsal yaşamın yeniden inşasında “birlikte yaşam” kültürünü korumaya odaklandı. Böylece yeni düzen, sadece yıkım üzerine değil, dayanışma duygusu üzerine de kuruldu.
Benzer şekilde Türkiye’de Cumhuriyet reformları yapılırken, kadınların eğitime ve kamusal yaşama katılımı artmış; bu da mülga edilen eski toplumsal rollerin yerine daha eşitlikçi bir modelin inşasına katkı sağlamıştır.
Yani “mülga olmak” bazen sadece bir yasa değişikliği değildir; toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden tanımlandığı bir alan da olabilir.
Kolektif Hafıza ve Mülga Olmanın Psikolojisi
Her toplum, geçmişiyle bir tür “psikolojik kontrat” yapar. Bu kontrat, bazen sessizce yenilenir, bazen de büyük krizlerle kopar. Mülga edilen bir şey – ister yasa, ister gelenek, isterse değer olsun – toplumsal bellekte iz bırakır.
Örneğin Almanya, Nazi döneminden kalan yasaları “mülga” ederken aynı zamanda kolektif hafızasını canlı tutmayı seçti. Yani geçmişi silmek yerine, hatırlayarak aşmak yolunu tercih etti. Bu tutum, mülga olmanın etik bir boyutu olduğunu gösterir:
Bir şeyin mülga edilmesi, onun unutulması anlamına gelmez; bazen tam tersine, onun ders olarak korunması anlamına gelir.
Toplumlar bu süreçte farklı refleksler geliştirir. Bazı kültürler, geçmişi gömüp ilerler; bazıları ise geçmişiyle barışarak yenilenir. Her iki durumda da mülga olmak, sadece bir “sona erme” değil, yeni bir bilincin doğuşudur.
Küreselleşme Çağında Mülga Olmak: Değerlerin Erozyonu mu, Evrimi mi?
21. yüzyılda “mülga olmak” artık sadece yasalar veya kurumlar için değil, değer sistemleri için de geçerli.
Küreselleşme, kültürlerin birbirine karışmasına neden olurken, bazı yerel değerler “mülga” hale geliyor. Fakat burada tehlike, yalnızca kaybolmak değil; anlamın yüzeyselleşmesidir.
Örneğin Batı’da bireycilik yükselirken, Doğu toplumlarında kolektivizm geri çekiliyor. Bu durum, hem kimlik hem de topluluk bilinci açısından bir boşluk yaratıyor. Bir Hint eğitimci, bu süreci “modernleşme değil, köksüzleşme” olarak tanımlıyor.
Yine de dijital çağın bir avantajı var: mülga olan kavramlar artık sonsuza dek kaybolmuyor, sadece biçim değiştiriyor. Eski gelenekler, çevrim içi topluluklarda yeni bağlamlarda yaşamaya devam ediyor. Örneğin, eski Anadolu masalları YouTube’da, sözlü kültürün “dijital yeniden doğuşu” olarak varlığını sürdürüyor.
Forumun Soru Köşesi: Gerçekten Ne Mülga Edilebilir?
Bir düşünün: Bir yasa mülga olabilir, bir gelenek değişebilir, hatta bir kurum tarihe karışabilir.
Ama bir toplumun vicdanı, merhameti ya da adalet duygusu mülga olabilir mi?
Belki de asıl mesele, “mülga” olan şeyin kendisi değil; onu neden yürürlükten kaldırdığımızdır.
Eğer bir uygulama insan onuruna, adalete veya özgürlüğe hizmet etmiyorsa, mülga edilmesi gelişimdir. Ama eğer sadece “yeni moda” diye eskiyi silip geçiyorsak, o zaman geçmişi değil, hafızamızı ilga ediyoruz demektir.
Sonuç: Mülga Olmak, İnsanlığın Yeniden Yazılan Hikâyesi
Mülga olmak, aslında hayatın doğal yasasıdır. Her çağ, bir öncekini mülga ederken kendi dilini, değerini, sistemini kurar. Eğitim sistemleri, toplumsal roller, hatta ahlak normları bile bu döngüde yeniden şekillenir.
Farklı kültürler, mülga olma sürecini farklı biçimlerde yaşasa da özünde hepsi aynı soruya yanıt arar:
“Ne kalmalı, ne gitmeli?”
Belki de forumda bu konuyu tartışmanın en güzel yanı da budur — çünkü hepimiz, kendi geçmişimizi, inançlarımızı ve toplumsal değerlerimizi yeniden gözden geçirme fırsatı buluruz.
Peki sizce, kendi kültürünüzde hangi kavramlar artık mülga edilmeli, hangileri yaşatılmalı?
Cevaplar farklı olabilir ama tartışma, insanlığın gelişiminin en samimi kanıtıdır.