“Seksek” İngilizcesi Ne? Bir Kelimenin Peşinde Kaybolan Çocukluklarımız
Şunu fark ettim: bazen bir kelimenin çevirisini ararken, aslında bir hatıranın izini sürüyoruz. “Seksek” mesela. Kimi “hopscotch” der, kimi “stone game”, kimi “chalk squares”. Ama hangi dilde söylersek söyleyelim, o kelimenin içine sinmiş olan o masum neşe, sokak tozu, tebeşir kokusu ve dengede kalma telaşı başka hiçbir kelimede yok.
Bu yüzden sormak istiyorum size forumdaşlar: “Seksek”in İngilizcesi ne demekten öte, “seksek”in ruhu hangi dile çevrilebilir?
Köken: Hopscotch mı, Yoksa Kültürün Taş Üstüne Yazılmış Oyunu mu?
Evet, teknik olarak “seksek”in İngilizcesi “hopscotch”.
Ama bu sadece kelime anlamı.
“Hop” — zıplamak, “scotch” — çizgi, iz, çizmek anlamına geliyor. Yani “çizgiler üstünde zıplamak.”
Kökenine baktığımızda, hopscotch oyununun Roma dönemine kadar gittiği söyleniyor. Askerlerin dayanıklılık eğitimlerinde taşlı yollar üzerine çizilen numaralı kutulara zıplayarak geçtikleri bir sistemden türediği düşünülüyor. Yani aslında askeri bir “denge ve dayanıklılık” egzersizinden, çocukların sokak oyununa dönüşmüş bir gelenek bu.
Ama işte burada ilginç bir şey oluyor:
Bizdeki “seksek” sadece zıplama değil, bir hayat provasına dönüşüyor.
Taşın yerini, dengenin önemini, hataya düşmeden ilerlemeyi öğretiyor.
Taş ileriye atılır, sen peşinden gidersin; bazen taş hedefi tutturmaz, bazen sen çizgiye basarsın — yeniden başlarsın.
Küçücük bir oyun, insanın yaşama biçiminin minyatürü.
Seksek, Dengenin Oyunu: Beden, Zihin ve Ruh Arasında
Düşünün; tek ayak üstünde dengede kalmaya çalışmak, hem fiziksel hem ruhsal bir denge metaforu değil mi?
Her bir kutu, sanki hayatın bir basamağı gibi: çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık…
Atılan taş ise hedeflerimiz, arzularımız.
Ama her adımda bizi düşürebilecek çizgiler de var — sınırlar, kurallar, toplumsal kalıplar.
Erkeklerin stratejik yaklaşımıyla bakarsak: seksek bir “denge ve planlama” oyunudur.
Her zıplayış, bir stratejidir. Hangi ayağını kullanacaksın, taşı nasıl atarsan en uygun açıyı yakalarsın, çizgiye basmadan nasıl döneceksin — tamamen taktiksel düşünce.
Kadınların empatik bakışıyla ele alırsak: seksek aynı zamanda “beraberlik ve oyun arkadaşlığı”dır.
O tebeşiri paylaşmak, taşını ödünç vermek, sıranı beklemek — bunlar toplumsal bağların küçük birer provasıdır.
Yani “seksek”, bireysel beceriyle toplumsal duygunun kesiştiği yerdir.
Günümüzde Seksek: Betonun Üzerinde Silinen Çocukluk İzleri
Bir düşünün, en son ne zaman bir sokakta seksek çizgisi gördünüz?
Artık şehirlerimizde tebeşirin tozu bile kalmadı.
Parklarda plastik zeminler, telefon ekranlarında sanal seksek uygulamaları var.
Ama o eski tebeşirin sürtünme sesi, arkadaşların “taşa bastın, yeniden başla!” diye bağırışları yok.
Bu sessizlik sadece bir oyunun değil, bir çağın kaybı.
Seksek, çocuklara denge öğretirdi; şimdi çocuklar parmaklarıyla ekran kaydırıyor ama ruhsal dengeyi bulamıyorlar.
İronik değil mi?
Bir zamanlar çizgilere basmamaya çalışırken denge öğreniyorduk, şimdi çizgileri silip sınırsız olmayı övüyoruz ama ruhen savruluyoruz.
Forumdaşlar, şunu sormak istiyorum:
Biz “oyun”un anlamını kaybettikçe, çocukluk da mı eksiliyor, yoksa çocukluk bize hâlâ bir şey mi öğretmeye çalışıyor?
Seksek ve Toplumsal Bellek: Bir Tebeşirin Öğrettikleri
Seksek sadece bireysel değil, kolektif bir bellek taşıyor.
Bir sokakta seksek çizmek, orayı çocukların alanına dönüştürmekti.
Bugün o sokaklarda arabalar park ediyor, oyun değil, park yeri savaşları yaşanıyor.
Toplumun “oyun alanı” daraldıkça, insanın iç dünyasındaki oyun da soluyor.
Halbuki hayal gücü, toplumun oksijeni değil mi?
Burada kadınların empatik yaklaşımı çok önemli: Onlar “oyun”un ilişkisel değerini hatırlatıyor. Seksek, sadece zıplama değil; birlikte gülmek, paylaşmak, yenilgiyi kabullenmek, başkasının başarısına sevinmekti.
Erkeklerin stratejik bakışı ise o oyuna plan katıyordu — hedef belirleme, sabır, refleks, denge.
Yani aslında seksek, feminen empatiyle maskülen stratejinin uyum içinde dans ettiği bir oyundu.
Seksekten Hayata: Düşmeden Öğrenmenin Estetiği
Seksekte düşmek utanılacak bir şey değildi; oyunun parçasıydı.
Hayatta da öyle değil mi?
Düşüyorsun, gülüyorsun, yeniden başlıyorsun.
Taş bazen uzağa gider, bazen yakın düşer ama sen o taşın peşinden gitmeyi öğrenirsin.
Hayatın belki de en saf öğretisiydi bu oyun:
Hedefe ulaşmak kadar, dengeyi koruyarak ilerlemek önemlidir.
Seksek, çocuklara sezgisel olarak “denge etiği”ni öğretirdi.
Bir şey kazanmak istiyorsan, bir şeyde durmayı da bilmelisin.
Zıplarken çizgiye basmamak, kazanırken sınırına dokunmamak gibiydi.
Bugün iş dünyasından sosyal medyaya kadar, hep daha çok “zıplamaya” çalışıyoruz ama nereye kadar basabileceğimizi bilmiyoruz.
Beklenmedik Bir Alan: Seksek ve Mindfulness Arasındaki Paralellik
Farkında mısınız, seksek aslında “mindfulness”ın ilkel hâliydi.
Anda kalmayı öğretirdi.
Taşın nereye düştüğünü düşünürken, çizgiyi hissederdin; ayaklarını, nefesini, bedenini fark ederdin.
Yani hem hareket hem farkındalık iç içeydi.
Belki de o yüzden o oyunlardan sonra çocuklar kendilerini daha huzurlu hissederdi.
Bugünün mindfulness uygulamaları, seksek oynarken yaşadığımız o “anda olma” duygusunun dijital taklitleri değil mi?
Seksek bize sadece oyun oynamayı değil, kendini dengeyle tanımayı öğretti.
Şimdi bu kadar çok meditasyon, nefes, odaklanma konuşmamız, o doğal dengenin kaybolmasının işareti olabilir mi?
Geleceğe Bakış: Sekseği Dijital Çağda Nasıl Yaşatırız?
Belki seksek, fiziksel olarak kayboldu ama sembolik olarak geri dönebilir.
Okullarda, terapilerde, sokak sanatlarında, hatta oyun tasarımlarında yeniden hayat bulabilir.
Çocuklara koordinasyon öğretirken, yetişkinlere dengeyi hatırlatırken kullanılabilir.
Bir sokakta, bir parka tebeşirle seksek çizmek bile sessiz bir direniş olurdu bu çağda.
Bir tür “kültürel rehabilitasyon”: kaybolmuş oyunların yeniden canlanması.
Forumdaşlar, belki de geleceğin “seksek”i, sadece çocuklar için değil, hepimiz için.
Bir adım ileri atarken dengeyi, hedefe giderken sınırlarımızı hatırlatacak bir oyun olarak geri dönebilir.
Son Söz: Seksek Sadece Bir Oyun Değildi, Bir Felsefeydi
Seksek, çocukluğumuzun tozlu kaldırım taşlarında çizili bir denge manifestosuydu.
Bir taş, bir tebeşir, bir ayak…
Ama ardında, yaşamın bütün metaforlarını gizliyordu.
Belki de “hopscotch” demek yetmiyor çünkü “seksek”, Türkçe’de sadece zıplamak değil; düşmeden ilerlemenin sanatıydı.
Son bir soruyla bitireyim:
Biz büyüdükçe, seksek oynamayı mı unuttuk, yoksa seksek oynayamadığımız için mi bu kadar dengesiz olduk?
Şunu fark ettim: bazen bir kelimenin çevirisini ararken, aslında bir hatıranın izini sürüyoruz. “Seksek” mesela. Kimi “hopscotch” der, kimi “stone game”, kimi “chalk squares”. Ama hangi dilde söylersek söyleyelim, o kelimenin içine sinmiş olan o masum neşe, sokak tozu, tebeşir kokusu ve dengede kalma telaşı başka hiçbir kelimede yok.
Bu yüzden sormak istiyorum size forumdaşlar: “Seksek”in İngilizcesi ne demekten öte, “seksek”in ruhu hangi dile çevrilebilir?
Köken: Hopscotch mı, Yoksa Kültürün Taş Üstüne Yazılmış Oyunu mu?
Evet, teknik olarak “seksek”in İngilizcesi “hopscotch”.
Ama bu sadece kelime anlamı.
“Hop” — zıplamak, “scotch” — çizgi, iz, çizmek anlamına geliyor. Yani “çizgiler üstünde zıplamak.”
Kökenine baktığımızda, hopscotch oyununun Roma dönemine kadar gittiği söyleniyor. Askerlerin dayanıklılık eğitimlerinde taşlı yollar üzerine çizilen numaralı kutulara zıplayarak geçtikleri bir sistemden türediği düşünülüyor. Yani aslında askeri bir “denge ve dayanıklılık” egzersizinden, çocukların sokak oyununa dönüşmüş bir gelenek bu.
Ama işte burada ilginç bir şey oluyor:
Bizdeki “seksek” sadece zıplama değil, bir hayat provasına dönüşüyor.
Taşın yerini, dengenin önemini, hataya düşmeden ilerlemeyi öğretiyor.
Taş ileriye atılır, sen peşinden gidersin; bazen taş hedefi tutturmaz, bazen sen çizgiye basarsın — yeniden başlarsın.
Küçücük bir oyun, insanın yaşama biçiminin minyatürü.
Seksek, Dengenin Oyunu: Beden, Zihin ve Ruh Arasında
Düşünün; tek ayak üstünde dengede kalmaya çalışmak, hem fiziksel hem ruhsal bir denge metaforu değil mi?
Her bir kutu, sanki hayatın bir basamağı gibi: çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık…
Atılan taş ise hedeflerimiz, arzularımız.
Ama her adımda bizi düşürebilecek çizgiler de var — sınırlar, kurallar, toplumsal kalıplar.
Erkeklerin stratejik yaklaşımıyla bakarsak: seksek bir “denge ve planlama” oyunudur.
Her zıplayış, bir stratejidir. Hangi ayağını kullanacaksın, taşı nasıl atarsan en uygun açıyı yakalarsın, çizgiye basmadan nasıl döneceksin — tamamen taktiksel düşünce.
Kadınların empatik bakışıyla ele alırsak: seksek aynı zamanda “beraberlik ve oyun arkadaşlığı”dır.
O tebeşiri paylaşmak, taşını ödünç vermek, sıranı beklemek — bunlar toplumsal bağların küçük birer provasıdır.
Yani “seksek”, bireysel beceriyle toplumsal duygunun kesiştiği yerdir.
Günümüzde Seksek: Betonun Üzerinde Silinen Çocukluk İzleri
Bir düşünün, en son ne zaman bir sokakta seksek çizgisi gördünüz?
Artık şehirlerimizde tebeşirin tozu bile kalmadı.
Parklarda plastik zeminler, telefon ekranlarında sanal seksek uygulamaları var.
Ama o eski tebeşirin sürtünme sesi, arkadaşların “taşa bastın, yeniden başla!” diye bağırışları yok.
Bu sessizlik sadece bir oyunun değil, bir çağın kaybı.
Seksek, çocuklara denge öğretirdi; şimdi çocuklar parmaklarıyla ekran kaydırıyor ama ruhsal dengeyi bulamıyorlar.
İronik değil mi?
Bir zamanlar çizgilere basmamaya çalışırken denge öğreniyorduk, şimdi çizgileri silip sınırsız olmayı övüyoruz ama ruhen savruluyoruz.
Forumdaşlar, şunu sormak istiyorum:
Biz “oyun”un anlamını kaybettikçe, çocukluk da mı eksiliyor, yoksa çocukluk bize hâlâ bir şey mi öğretmeye çalışıyor?
Seksek ve Toplumsal Bellek: Bir Tebeşirin Öğrettikleri
Seksek sadece bireysel değil, kolektif bir bellek taşıyor.
Bir sokakta seksek çizmek, orayı çocukların alanına dönüştürmekti.
Bugün o sokaklarda arabalar park ediyor, oyun değil, park yeri savaşları yaşanıyor.
Toplumun “oyun alanı” daraldıkça, insanın iç dünyasındaki oyun da soluyor.
Halbuki hayal gücü, toplumun oksijeni değil mi?
Burada kadınların empatik yaklaşımı çok önemli: Onlar “oyun”un ilişkisel değerini hatırlatıyor. Seksek, sadece zıplama değil; birlikte gülmek, paylaşmak, yenilgiyi kabullenmek, başkasının başarısına sevinmekti.
Erkeklerin stratejik bakışı ise o oyuna plan katıyordu — hedef belirleme, sabır, refleks, denge.
Yani aslında seksek, feminen empatiyle maskülen stratejinin uyum içinde dans ettiği bir oyundu.
Seksekten Hayata: Düşmeden Öğrenmenin Estetiği
Seksekte düşmek utanılacak bir şey değildi; oyunun parçasıydı.
Hayatta da öyle değil mi?
Düşüyorsun, gülüyorsun, yeniden başlıyorsun.
Taş bazen uzağa gider, bazen yakın düşer ama sen o taşın peşinden gitmeyi öğrenirsin.
Hayatın belki de en saf öğretisiydi bu oyun:
Hedefe ulaşmak kadar, dengeyi koruyarak ilerlemek önemlidir.
Seksek, çocuklara sezgisel olarak “denge etiği”ni öğretirdi.
Bir şey kazanmak istiyorsan, bir şeyde durmayı da bilmelisin.
Zıplarken çizgiye basmamak, kazanırken sınırına dokunmamak gibiydi.
Bugün iş dünyasından sosyal medyaya kadar, hep daha çok “zıplamaya” çalışıyoruz ama nereye kadar basabileceğimizi bilmiyoruz.
Beklenmedik Bir Alan: Seksek ve Mindfulness Arasındaki Paralellik
Farkında mısınız, seksek aslında “mindfulness”ın ilkel hâliydi.
Anda kalmayı öğretirdi.
Taşın nereye düştüğünü düşünürken, çizgiyi hissederdin; ayaklarını, nefesini, bedenini fark ederdin.
Yani hem hareket hem farkındalık iç içeydi.
Belki de o yüzden o oyunlardan sonra çocuklar kendilerini daha huzurlu hissederdi.
Bugünün mindfulness uygulamaları, seksek oynarken yaşadığımız o “anda olma” duygusunun dijital taklitleri değil mi?
Seksek bize sadece oyun oynamayı değil, kendini dengeyle tanımayı öğretti.
Şimdi bu kadar çok meditasyon, nefes, odaklanma konuşmamız, o doğal dengenin kaybolmasının işareti olabilir mi?
Geleceğe Bakış: Sekseği Dijital Çağda Nasıl Yaşatırız?
Belki seksek, fiziksel olarak kayboldu ama sembolik olarak geri dönebilir.
Okullarda, terapilerde, sokak sanatlarında, hatta oyun tasarımlarında yeniden hayat bulabilir.
Çocuklara koordinasyon öğretirken, yetişkinlere dengeyi hatırlatırken kullanılabilir.
Bir sokakta, bir parka tebeşirle seksek çizmek bile sessiz bir direniş olurdu bu çağda.
Bir tür “kültürel rehabilitasyon”: kaybolmuş oyunların yeniden canlanması.
Forumdaşlar, belki de geleceğin “seksek”i, sadece çocuklar için değil, hepimiz için.
Bir adım ileri atarken dengeyi, hedefe giderken sınırlarımızı hatırlatacak bir oyun olarak geri dönebilir.
Son Söz: Seksek Sadece Bir Oyun Değildi, Bir Felsefeydi
Seksek, çocukluğumuzun tozlu kaldırım taşlarında çizili bir denge manifestosuydu.
Bir taş, bir tebeşir, bir ayak…
Ama ardında, yaşamın bütün metaforlarını gizliyordu.
Belki de “hopscotch” demek yetmiyor çünkü “seksek”, Türkçe’de sadece zıplamak değil; düşmeden ilerlemenin sanatıydı.
Son bir soruyla bitireyim:
Biz büyüdükçe, seksek oynamayı mı unuttuk, yoksa seksek oynayamadığımız için mi bu kadar dengesiz olduk?