Mert
New member
Didem Arslan Yılmaz, Şükür Türkan ve Bitmeyen “Kim Ne Dedi?” Evreni
Forum ahalisi, toplanın! Çünkü memleketin en sevdiği dizilerinden biri yine “gerçek olaylardan esinlenmiştir” notuyla ekranlarımızda: Didem Arslan Yılmaz ve Şükür Türkan destanı. Ancak bu sefer dizi değil, “canlı yayın + sosyal medya + kahve sohbeti üçlüsü” formatında, bol kahkaha ve “Ne oluyoruz ya?” efektiyle geldi. Peki gerçekten ne oldu, kim kime ne dedi, kimin bakışı empatik, kimin stratejik? Gelin şu meseleye biraz mizah penceresinden, biraz da insan doğasının laboratuvarından bakalım.
---
Bir Televizyon Evreni: Reality Şovun İçinde Gerçek mi Var?
Didem Arslan Yılmaz, televizyon dünyasının “her cümlenin ardından virgül değil virgül+bakış” koyan güçlü yüzlerinden biri. Şükür Türkan ise hikâyenin diğer tarafında; yani olayın insani, duygusal ve biraz da “bana haksızlık yapıldı” kısmını temsil eden isim. İki taraf da sahnede kendinden emin, mikrofonu kaptığı anda adeta birer monolog ustası. Ancak seyirci bu sahneyi “dava” gibi değil, “dizi bölümü” gibi izliyor: kim haklı, kim ağladı, kim göz devirdi?
Burada işin ilginç kısmı şu: televizyonun dramatik yapısı artık toplumsal hafızamızın bir parçası haline geldi. İnsanlar haber izlerken bile “karakter gelişimi” arıyor. Bu yüzden Didem’in net çıkışları ile Şükür’ün içli ifadeleri birer senaryo gibi okunuyor. “Yok artık bu da olur mu?” dedikçe, ertesi gün herkes aynı soruyu tekrar soruyor: “Peki aslında kim haklı?”
---
Erkekler Strateji Kurar, Kadınlar Duygu Yönetir (Ama Bu da Hikâyenin Yarısı)
Bir kahve masasında bu olay konuşulsa, erkekler muhtemelen şöyle derdi:
“Abi Didem mantıklı konuşmuş, sonuç odaklı gitmiş.”
Kadınlar ise şöyle derdi:
“Tamam ama Şükür de kalpten konuşuyor, biraz empati lazım.”
Ancak klişelere kapılmayalım: Her erkek stratejik değildir, her kadın da duygusal değildir. Bir bakarsınız, erkek taraf olayın duygusuna kapılmış, “ama neden öyle hissetti?” diye soruyor. Kadın taraf ise tabloyu çözümlerken taktik tahtasını çıkarmış. İnsan ilişkileri artık bu kadar değişken ve melez.
Belki de mesele cinsiyet değil, iletişim biçimi. Didem’in yayındaki duruşu “ben sorarım, sen cevap ver” tavrında; yani yapılandırılmış bir strateji. Şükür’ün yaklaşımı ise “beni dinle, anlamaya çalış” çizgisinde; duygusal bir köprü kurma çabası. İkisi bir araya gelince… sonuç? Sanki stratejiyle empati evlenmiş ama balayında tartışmış gibi.
---
Forumun Sesi: “Yahu Biz Niye Bu Kadar Takılıyoruz?”
Sorulması gereken esas soru bu değil mi? Neden bu tür tartışmalara kilitleniyoruz?
Cevap basit: Çünkü bu sahnelerde kendimizi görüyoruz. Herkes bir Didem, herkes bir Şükür.
Birimiz konuşurken netlik arıyoruz, öbürümüz “ama beni dinlemedin” diyor.
Bu dinamik, sadece televizyonda değil, WhatsApp gruplarında, ofis toplantılarında, hatta market sırasındaki bakışmalarda bile var.
Forum kültürü bu yüzden bu tarz konuları sever. Çünkü mizah, merak ve sosyoloji aynı potada erir. “Didem haklı mıydı?” diye başlayan başlıklar, yarım saat sonra “Türkiye’de empati eksikliği” tartışmasına dönüşür. Bir saat sonra ise bir kullanıcı çıkar ve “Arkadaşlar aslında iletişim biçimimiz travmatik toplum yapısının yansıması” der.
Yani bir televizyon tartışması, kolektif terapiye evrilir.
Ve bu, forumların büyüsüdür.
---
E-E-A-T Usulü Bir Gerçeklik: Bilgi, Deneyim, Güven
Biraz ciddileşelim. Medya analizlerinde “E-E-A-T” (Experience, Expertise, Authoritativeness, Trustworthiness) ilkesi artık çok önemli. Didem Arslan Yılmaz yıllardır medya tecrübesiyle otorite konumunda. Olaylara müdahalesi, profesyonel reflekslerinin bir sonucu.
Şükür Türkan tarafı ise deneyimiyle, kendi yaşamından getirdiği duygusal otantiklikle dikkat çekiyor.
Yani bir yanda “bilgi ve yöntem”, diğer yanda “deneyim ve içtenlik”.
Güven duygusu da burada belirleyici. Seyirci, kime inanacağını seçerken sadece ne söylendiğine değil, nasıl söylendiğine bakıyor. Göz teması, ses tonu, hatta nefes aralıkları bile “inandırıcılık” faktörü oluyor.
İşte bu yüzden Didem’in sertliği kadar, Şükür’ün sarsıntısı da yankı buluyor. Çünkü her iki ifade biçimi de insani.
Ve insan, duygusuz analizden çok, samimiyetin tonuna inanıyor.
---
Peki Biz Ne Öğrendik?
Aslında bu hikâye hepimizin iletişim dersine dönüşebilir.
Bir taraf “hadi çözelim” derken, diğeri “önce dinle” diyorsa, ortada sadece bir anlaşmazlık değil, dünya görüşü farkı vardır.
Belki çözüm, “haklı kim”i bulmakta değil, iki tarzın ortasında bir yer bulmakta gizlidir.
İlişkilerde, tartışmalarda, toplumsal olaylarda, hatta forumlarda bile geçerli bir gerçek bu:
Ne kadar bilgiye sahip olursan ol, karşındakini anlamazsan hep eksik kalırsın.
Ne kadar empatik olursan ol, mantık zeminini kurmazsan denge kaybolur.
Didem ve Şükür hikayesi bu açıdan küçük bir laboratuvar gibi:
Empatiyle stratejinin, duygu ile aklın, medya ile gerçekliğin sınandığı bir alan.
---
Son Söz: Herkes Kendi Yorumunda Haklı
Sonuçta forumlar tam da bunun için var. Kimisi “Didem profesyonelce davrandı” der, kimisi “Şükür’ün sesi bastırıldı” diye düşünür.
Ama belki de en güzeli, bu farklı görüşlerin yan yana durabilmesi.
Çünkü düşünmek, sorgulamak ve bazen de kahkaha atmak, bizi insan yapan şeydir.
Şu soruyu sormak gerek:
“Biz izlerken gerçekten adaleti mi arıyoruz, yoksa iyi bir hikâyenin içindeyiz de farkında mı değiliz?”
Belki cevabı hiçbirimiz tam bilmiyoruz.
Ama emin olduğumuz bir şey var:
Televizyon açık, kahveler hazır, forumda yeni başlık çoktan açılmış bile.
Forum ahalisi, toplanın! Çünkü memleketin en sevdiği dizilerinden biri yine “gerçek olaylardan esinlenmiştir” notuyla ekranlarımızda: Didem Arslan Yılmaz ve Şükür Türkan destanı. Ancak bu sefer dizi değil, “canlı yayın + sosyal medya + kahve sohbeti üçlüsü” formatında, bol kahkaha ve “Ne oluyoruz ya?” efektiyle geldi. Peki gerçekten ne oldu, kim kime ne dedi, kimin bakışı empatik, kimin stratejik? Gelin şu meseleye biraz mizah penceresinden, biraz da insan doğasının laboratuvarından bakalım.
---
Bir Televizyon Evreni: Reality Şovun İçinde Gerçek mi Var?
Didem Arslan Yılmaz, televizyon dünyasının “her cümlenin ardından virgül değil virgül+bakış” koyan güçlü yüzlerinden biri. Şükür Türkan ise hikâyenin diğer tarafında; yani olayın insani, duygusal ve biraz da “bana haksızlık yapıldı” kısmını temsil eden isim. İki taraf da sahnede kendinden emin, mikrofonu kaptığı anda adeta birer monolog ustası. Ancak seyirci bu sahneyi “dava” gibi değil, “dizi bölümü” gibi izliyor: kim haklı, kim ağladı, kim göz devirdi?
Burada işin ilginç kısmı şu: televizyonun dramatik yapısı artık toplumsal hafızamızın bir parçası haline geldi. İnsanlar haber izlerken bile “karakter gelişimi” arıyor. Bu yüzden Didem’in net çıkışları ile Şükür’ün içli ifadeleri birer senaryo gibi okunuyor. “Yok artık bu da olur mu?” dedikçe, ertesi gün herkes aynı soruyu tekrar soruyor: “Peki aslında kim haklı?”
---
Erkekler Strateji Kurar, Kadınlar Duygu Yönetir (Ama Bu da Hikâyenin Yarısı)
Bir kahve masasında bu olay konuşulsa, erkekler muhtemelen şöyle derdi:
“Abi Didem mantıklı konuşmuş, sonuç odaklı gitmiş.”
Kadınlar ise şöyle derdi:
“Tamam ama Şükür de kalpten konuşuyor, biraz empati lazım.”
Ancak klişelere kapılmayalım: Her erkek stratejik değildir, her kadın da duygusal değildir. Bir bakarsınız, erkek taraf olayın duygusuna kapılmış, “ama neden öyle hissetti?” diye soruyor. Kadın taraf ise tabloyu çözümlerken taktik tahtasını çıkarmış. İnsan ilişkileri artık bu kadar değişken ve melez.
Belki de mesele cinsiyet değil, iletişim biçimi. Didem’in yayındaki duruşu “ben sorarım, sen cevap ver” tavrında; yani yapılandırılmış bir strateji. Şükür’ün yaklaşımı ise “beni dinle, anlamaya çalış” çizgisinde; duygusal bir köprü kurma çabası. İkisi bir araya gelince… sonuç? Sanki stratejiyle empati evlenmiş ama balayında tartışmış gibi.
---
Forumun Sesi: “Yahu Biz Niye Bu Kadar Takılıyoruz?”
Sorulması gereken esas soru bu değil mi? Neden bu tür tartışmalara kilitleniyoruz?
Cevap basit: Çünkü bu sahnelerde kendimizi görüyoruz. Herkes bir Didem, herkes bir Şükür.
Birimiz konuşurken netlik arıyoruz, öbürümüz “ama beni dinlemedin” diyor.
Bu dinamik, sadece televizyonda değil, WhatsApp gruplarında, ofis toplantılarında, hatta market sırasındaki bakışmalarda bile var.
Forum kültürü bu yüzden bu tarz konuları sever. Çünkü mizah, merak ve sosyoloji aynı potada erir. “Didem haklı mıydı?” diye başlayan başlıklar, yarım saat sonra “Türkiye’de empati eksikliği” tartışmasına dönüşür. Bir saat sonra ise bir kullanıcı çıkar ve “Arkadaşlar aslında iletişim biçimimiz travmatik toplum yapısının yansıması” der.
Yani bir televizyon tartışması, kolektif terapiye evrilir.
Ve bu, forumların büyüsüdür.
---
E-E-A-T Usulü Bir Gerçeklik: Bilgi, Deneyim, Güven
Biraz ciddileşelim. Medya analizlerinde “E-E-A-T” (Experience, Expertise, Authoritativeness, Trustworthiness) ilkesi artık çok önemli. Didem Arslan Yılmaz yıllardır medya tecrübesiyle otorite konumunda. Olaylara müdahalesi, profesyonel reflekslerinin bir sonucu.
Şükür Türkan tarafı ise deneyimiyle, kendi yaşamından getirdiği duygusal otantiklikle dikkat çekiyor.
Yani bir yanda “bilgi ve yöntem”, diğer yanda “deneyim ve içtenlik”.
Güven duygusu da burada belirleyici. Seyirci, kime inanacağını seçerken sadece ne söylendiğine değil, nasıl söylendiğine bakıyor. Göz teması, ses tonu, hatta nefes aralıkları bile “inandırıcılık” faktörü oluyor.
İşte bu yüzden Didem’in sertliği kadar, Şükür’ün sarsıntısı da yankı buluyor. Çünkü her iki ifade biçimi de insani.
Ve insan, duygusuz analizden çok, samimiyetin tonuna inanıyor.
---
Peki Biz Ne Öğrendik?
Aslında bu hikâye hepimizin iletişim dersine dönüşebilir.
Bir taraf “hadi çözelim” derken, diğeri “önce dinle” diyorsa, ortada sadece bir anlaşmazlık değil, dünya görüşü farkı vardır.
Belki çözüm, “haklı kim”i bulmakta değil, iki tarzın ortasında bir yer bulmakta gizlidir.
İlişkilerde, tartışmalarda, toplumsal olaylarda, hatta forumlarda bile geçerli bir gerçek bu:
Ne kadar bilgiye sahip olursan ol, karşındakini anlamazsan hep eksik kalırsın.
Ne kadar empatik olursan ol, mantık zeminini kurmazsan denge kaybolur.
Didem ve Şükür hikayesi bu açıdan küçük bir laboratuvar gibi:
Empatiyle stratejinin, duygu ile aklın, medya ile gerçekliğin sınandığı bir alan.
---
Son Söz: Herkes Kendi Yorumunda Haklı
Sonuçta forumlar tam da bunun için var. Kimisi “Didem profesyonelce davrandı” der, kimisi “Şükür’ün sesi bastırıldı” diye düşünür.
Ama belki de en güzeli, bu farklı görüşlerin yan yana durabilmesi.
Çünkü düşünmek, sorgulamak ve bazen de kahkaha atmak, bizi insan yapan şeydir.
Şu soruyu sormak gerek:
“Biz izlerken gerçekten adaleti mi arıyoruz, yoksa iyi bir hikâyenin içindeyiz de farkında mı değiliz?”
Belki cevabı hiçbirimiz tam bilmiyoruz.
Ama emin olduğumuz bir şey var:
Televizyon açık, kahveler hazır, forumda yeni başlık çoktan açılmış bile.